ANADOLU SELÇUKLULARI VE OSMANLI DEVLETİ'NDE DARÜŞŞİFALAR Hindistan
Yarım Adası’ ndan İber Yarım Adası’ na kadar yaklaşık 9
asır Selçuklu Döneminde kurulan darüşşifalar hasta tedavi etmenin yanı sıra tıbbî eğitim veren yani bugünkü muadili ile tıp fakültesi niteliğindeki kurumlardı. Verilen eğitimler teorik eğitimden ziyade uygulamalı eğitime yönelikti. Bununla birlikte askerî sağlık hizmeti olarak nitelenen Ordu Hekimliği, ayrı olarak ihtisas edilmekteydi. Ordu Hekimliği alanında eğitim gören kişiler daha çok savaşta meydana gelen yaralanmalar konusunda uzmanlaşmaktaydı. Anadolu Selçuklu döneminde kurulan ve hastalara şifa dağıtan darüşşifaların,gerek yönetimden sorumlu yönetici, gerekse hizmet icra eden hekim kadrosu,konusunda uzman, bilgi ve beceri seviyesi yüksek kişilerden müteşekkildi.Darüşşifalarda hizmet verilen kişilerde herhangi bir ayrım olmaksızın, herkese eşit olarak muamele yapılırdı. Darüşşifalarda tedavi olan hastaların, tedavi sürecinde gerekli olan ilaçlar, darüşşifalarda imâl edilir ve bu imâl işlemi, kamusal hizmet niteliğinde karşılıksız olarak hastalara sunulurdu . Selçuklu döneminde kurulan darüşşifalar umumi olarak genel nitelikte yani bugünkü hastane denginde kurumlar olmasının yanı sıra, yalnızca akıl hastalarına şifa vermek üzere kurulan Bağdat’ta “Devrihizkıl Tekkesi” gibi kurumlarla, akıl hastalarının tecrit yöntemiyle tedavi edildiği “Miskinler Tekkesi” veya “Cüzzamhane” olarak ifade edilen hastaneler de kurulmuştur. Hatta bu kurulan hastaneler, Osmanlı Devleti döneminde de hizmet sunumlarını gerçekleştirmişlerdir.Ayrıca bu amaca yönelik Selçuklu döneminde, Konya’da kurulan “Sıracalılar Tekkesi” nin mevcut olduğu ve Alâeddin Darüşşifası’ ndaki hekimlerin akıl hastalarını tedavi ettiği de bilinmektedir . 13.yüzyılın
sonunda kurulan Osmanlı Devletinde tıp geleneği 19. yüzyıl
batılılaşma hareketlerine dek büyük ölçüde Selçuklu geleneği
ile devam etmiş, kurulan sağlık kurumları Selçuklu dönemi ile
aşırı benzerlikler Osmanlı
dârüşşifâlarını incelediğimizde, Selçuklularda olduğu gibi
bağımsız birer yapı olarak inşa edilmek yerine, cami, medrese,
sıbyan mektebi, imaret, hamam, kervansaray gibi üniteleri de içine
alacak şekilde, külliyenin bir parçası olarak inşa edildiği
görülmektedir. İstanbul dârüşşifaları, özellikle
padişahların kendileri için yaptırdıkları büyük külliyelerin
içinde yer aldığı, ticaretin yoğun olduğu yerlerde
dârüşşifaların ticaret kervanlarının konakladığı yerlerde
yapıldığı dikkat çekmektedir. Osmanlılarda hastalar, toplumun
bir parçası olarak görülmüş, hastaların hastalıklarından
korkulmadan, şifâhâneler imparatorluğun büyük
şehir Osmanlı’ da klasik dönem içerisinde sadece Darüşşifa, Tıp Medresesi ve Cüzzamhâneler yer alırken, zamanla tıbbın ilerlemesiyle sağlık kuruluşları arasında Belediye Hastanesi, Askeri Hastane, Gureba Hastanesi, bulaşıcı hastalıkların vuku bulmasıyla çeşitlilik gösteren tedavi evleri ile farklı azınlıklara ait hastaneler girmeye başlamıştır . Osmanlı
döneminde tıp ilminin gelişmesini sağlayan en önemli
faktör
Selçuklu döneminde var olan sağlık politikalarının devam ettirilmesidir. 19. yüzyıla dek tıp ilmindeki Doğu’ ya has olan nitelikler varlığını devam ettirmiş ve söz konusu yüzyıldan itibaren sağlık politikaları Batı’ da meydana gelen gelişmelere entegre edilmeye başlanmıştır . |
Şifaiye Medresesi (Sivas Darüşşifası) - Sivas
Şifaiye Medresesi, Selçuklu Dönemi'nde hastaların tedavi edildiği ve aynı zamanda tıp tahsilinin de yapıldığı en önemli medreselerden biridir. Günümüze ulaşabilen bölümü, Anadolu'nun en büyük şifahanesidir. 1217/18 yıllarında I. İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılmıştır. Görkemli taç kapıdan, dört eyvanlı, revaklı avluya girilir. Taç kapıda güneş ve ay sembolleri, ana eyvanda ise kadın ve erkek başı biçiminde rölyefler yer alır. 1220'de I. İzzetttin Keykâvus'un buraya gömülmesiyle birlikte güney eyvanı türbeye dönüştürülmüştür.
Kaynak: Sivas İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/sivas/gezilecekyer/sfaye-medreses-ve-darussfasi
Sabuncuoğlu Tıp Ve Cerrahi Tarihi Müzesi
Sabuncuoğlu Şerefeddin Tıp Ve Cerrahi Tarihi Müzesi; 703 yıllık tarihi Amasya Darüşşifası olan Bimarhane 2011 yılı Eylül ayı itibari ile Sabuncuoğlu Tıp Ve Cerrahi Tarihi Müzesi olarak, Amasya Belediyesi Kültür Müdürlüğü bünyesinde ziyaretçilerine kapılarını açtı. Müze; 1308-1309 yıllarında yapıldıktan sonra, İlhanlılar, Anadolu Selçukluları ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde hastaların tedavi edildiği önemli bir mekân olarak, Anadolu insanına hizmet etmişti. Son 11 yılını
Amasya Belediye Konservatuarı eğitim binası olarak kullanıldıktan sonra, Belediye Başkanlığının almış olduğu bir karar ile Fatih Sultan Mehmet döneminin önemli hekimlerinden olan, Amasyalı Sabuncuoğlu Şerefeddin 1385-1470 adına tanzim edilmiş, ihtisas ve tematik özellikli bir müze olarak 2011 yılında hizmete açıldı.
http://www.saglikmuzesi.org/sabuncuoglu-tip-ve-cerrahi-tarihi-muzesi/
Kayseri Gevher Nesibe Darüşşifası
Gevher Nesibe Sultan adına Kayseri’de inşa edilen yapı, Anadolu’da yapılmış Selçuklu dârüşşifaları ve tıp medreseleri içinde en seçkini, ayakta kalabilen en erken tarihli olanıdır. Yapı yan yana, üstü açık avlulu, dörder eyvanlı, iki blok halindedir. Batı taraftaki blok şifahane, doğudaki ise medresedir. Şifahanenin batı kenarında akıl hastalıkları bölümü, medresenin kuzeydoğu köşesinde de Gevher Nesibe’nin kümbeti (türbesi) yer alır.
Melike İsmetüddin Gevher Nesibe, Anadolu Selçuklu hükmdarlarından II. Kılıçarslan’ın (saltanatı, 1155-1192) kızı, I. Gıyâseddin Keyhüsrev’in küçük kardeşi ve I. Alâeddin Keykubad’ın halasıdır. 1167-1206 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. Kayseri’de ikamet etmiş, ağabeyi Gıyâseddin Keyhüsrev’in ikinci saltanatı esnasında veremden ölmüştür. Mezartaşı olmadığı için kesin ölüm tarihi bilinmemektedir. Mezarı, yaptırdığı tıp medresesinin içindedir.
Rivayete göre gönül verdiği saray başsipahisi ile evlenmesine ağabeyi I. Gıyâseddin Keyhüsrev karşı çıkar. Başsipahi, hükümdar tarafından cepheye gönderilir ve şehit düşer. Bu duruma çok üzülen Gevher Nesibe Sultan kederinden yatağa düşer, vereme yakalanır. Tüm çabalara rağmen durumunda iyileşme olmaz. Durumu öğrenen ve kız kardeşini ölüm döşeğinde ziyaret ederek özür dileyen I. Gıyâseddin Keyhüsrev (saltanatı 1192-1192, 1204-1210), ondan son isteğinin ne olduğunu sorar. O da ağabeyine, kendisi gibi devasız hastalığa yakalananlar için bir şifahane yaptırmasını vasiyet eder.
https://www.kirmizilar.com/tr/index.php/bir-yer-gezelim/1375-kayseri-gevher-nesibe-darussifasi
Süleymaniye Şifahanesi
Süleymaniye Darüşşifası 1550-1557 yapıldığı bilinen Darüsşifa, Süleymaniye Külliyesi içerisindedir. İstanbul Fatih'te Süleymaniye Şifahane Sokakta bulunmaktadır
Süleymaniye Külliyesi’nin batı ucundadır. Eğimli bir araziye oturması nedeniyle Vefa Caddesi’ne bakan cephesi iki katlıdır. Alt kat özgün halinde kervansaray olarak kullanılmaktaydı. Darüşşifa katındaki planlama birbirine bitişik iki avlu etrafında çözülmüştür.
Burası hastaneye ihtiyacı olanlar için ilaç hazırlamak amacıyla yapılmıştır. Hasta ayrımı yapmaksızın başvuran herkesin tedavisi yapılır, diğer Osmanlı darüşşifalarından farkı burada bir asabiye servisinin bulunmasıdır. Ayakta tedavi uygulaması vardır.
Darüşşifa binası 1873’lerden sonra saraçhane olarak kullanılmış, 1887 'de Harbiye Nezareti’nde askeri matbaa buraya taşınmıştır. 1974 'den sonra Tûba Kız Kur’an Kursu adı ile yatılı kız Kur’an kursu olarak kullanılmış 1980 yılı Askeri Harekatından sonra bu kursta kapatılmıştır.
https://www.erolkara.net/2020/09/suleymaniye-sifahanesi.html
İlk Sıhhi Müessese 'Fatih Darüşşifası'nın Akıbeti
Fatih Külliyesi’nin cami ve medreselerinden sonra, önde gelen birimlerinden biri de, bir sağlık müessesesi olan darüşşifasıdır. Fatih Darüşşifası, İstanbul fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından Mimar Atik Sinan'a yaptırılan ilk sıhhi müessesedir. Zaman içindeki ihmaller nedeniyle günümüze ulaşamayan darüşşifa yapısı, öncelikle tıp tarihçilerinin ve mimarların ilgilendiği önemli konular arasında yerini alır…
Fatih Darüşşifası 16. yüzyılın ortalarına kadar o dönemin başkenti İstanbul'a pratik olarak sağladığı eğitim -öğretim imkânıyla tabip ihtiyacını karşılayan sağlık kuruluşlarının da başında gelir. İstanbul'un Fethi'nden 17 yıl sonra h.875/m.1470 yılında tamamlanan ve "yeni İmaret" adıyla anılan külliyenin çok sayıda vakfiye ve suretleri günümüze ulaşmıştır. Günümüze ulaşan bu birinci derece belgeler darüşşifanın bina olarak eksikliğine rağmen, darüşşifaya ait bilgileri ulaştırması bakımından önemlidir.
Fatih Darüşşifası, Fatih Külliyesi'nin merkezini oluşturan cami ve avlusu etrafında, caminin mihrap eksenine paralel eksenler üzerinde gelişen medreseler sisteminin (sahn-ı seman ve tetimme medreseleri) kuruluşu dışında ve caminin kıble tarafında, paralel eksenler arasında gerçekleştirilen, iki önemli yapıdan biridir. Günümüze arsası yapılaşarak ulaşmış olan bu yapının kalıntıları 1970 yıllarına kadar görülebilmekteydi.
Darüşşifa binası, zaman içerisinde çeşitli tahribata uğramış ve irili ufaklı bir takım tamirler görmüş. Bunlardan en mühimi, 1509'da bütün İstanbul'u baştan başa harap eden büyük deprem sonunda gördüğü onarımdır. Bu deprem sırasında darüşşifanın kubbesi de yıkılmıştı. 1765'te meydana gelen ve Fatih Camii'nin ikinci kez yapılmasına sebep olan depremde ise, Daruşşifa'nın zarar görüp görmediği bilinmemektedir.
Semavi Eyice, "uzun zaman metruk ve harap bir halde duran Fatih darüşşifasının 1824'te mütevellisi Osman Ağa tarafından yazılan bir arz-ı hâl ile hana çevrilmesi veya yıktırılarak arsa ve malzemelerinin satılması yolundaki müracaatı üzerine bir rapor hazırlayan Hassa mimarı Mehmed'in, burasının yıkılmasının maddi bakımdan daha kazançlı olacağını bildirmesi üzerine darüşşifa feda edilmiştir." der…
Zamanın hassa mimarı Ahmed'e h.1239/m1824'te havale edilen iş, yapının bulunduğu duruma göre tamiri yahut Han'a dönüştürülerek inşası konusu ile yerinde tetkik ve uygun olan durumun bildirilmesi isteniyor. Bunun üzerine Sermimaranı hassa Mustafa, Vakıf kâtibi, Ruznamçeci efendi, neccar kalfaları, duvarcı, hamamcı ve kurşuncu ustalarıyla mahallinde keşif yapılıyor. Bu inceleme sonucu bir keşif (rapor) ve iki plan hazırlanıyor. Hazırlanan planlardan birinin darüşşifanın mevcut durumunu gösteren rölöve planı, diğerinin ise Han'a dönüştürülmesi için yapılan restorasyon planı olduğu anlaşılıyor.
Her iki plan da ölçekli, renkli olarak hazırlanmış ve üzerinde bilgilendirme notları yazılmıştır. Planların Keşifnamesi'ne göre; darüşşifa Fatih'te Atpazarı tarafında olup, dört yönde duvarla çevrili ve dört yönünde duvar dışında yollar bulunur. Avlu girişi Başkurşunlu (Ali Tusî) medresesi dershanesi hizasında bulunmakta ve yapı medrese planında dört köşe bir binadır. Sonradan kubbeli dershane mescide dönüştürülmüş, iki tarafında üçer mekân bulunmaktadır. Ortada şadırvanlı kare avlu 16 kubbeli revakla çevrilmiştir.
Binanın ana girişi kuzeyde ve dışa açılmakta ve keşifnamede mermer söveli ve kemerli olduğu bildirilmektedir. Bu girişin iki yanında ikişer mekân ile köşelerde birer kubbeli köşe mekânları yer almıştır. İki kubbeli mekân ise dersane kanadı önünde yan revaklara açılmaktadır. Bu mekânlar kubbeli revak altına açıldıkları yerde, bir destekle desteklenmiş olmasıyla, külliyenin tabhane yapısıyla plan beraberliği gösterir. Keşifnamede yapının şadırvan ve tuvaletlerine Taksim Maslağı'ndan gelen suyun yollarının bulunduğu ve darüşşifanın Han'a dönüştürülmesinin 102.425 kuruş maliyeti bildiriliyor.
https://www.fikriyat.com/tarih/2019/05/03/ilk-sihhi-muessese-fatih-darussifasinin-akibeti
Osmanlı’da
serbest çalışan hekimlerin uyması gereken ahlak kurallarının
düzenlediği fütüvvetnamalerde, hekimin taşıması gereken
ahlaki hususlar şöyle sıralanmıştır: İffet (ahlaklılık,
namusluluk), tövbe, cömertlik, şecaat (yüreklilik, yiğitlik),
tevazu (alçak gönüllülük), emniyet (güvenilirlik), hikmet
(bilgelik), doğruluk, hidayet, adalet ve vefa . Özellikle hekimlerin hikmet sahibi olması ilkesi,
diğer tüm ilkeleri de içermesi bakımından önemlidir. Hikmet
sahibi olmak, ruhun belli bir olgunluğa ulaşmasıyla mümkündür
ve ayrıca bu ilkenin gereği olarak hekimler, sadece kendi
alanlarıyla ilgili değil, diğer bilim dallarıyla da (fizik ve
matematik başta olmak üzere) yakinen ilgilenmişlerdir. Bu
sebepledir ki, Osmanlı’da hekim esasen âlim bir kişi olarak
tanınmıştır. Âlim hekimler, 19. yüzyıla kadar, bildiklerini
usta-çırak ilişkisi içinde, darüşşifaların bugünkü anlamda
tıp fakültesi eğitimi veren bölümü olan medrese bölümlerinde,
yeni hekimlere aktarmışlardır. Tıp bilimi ile ilgili
araştırmalar, oluşmuş bir hastalığa deva bulmak amacıyla bu
kuruluşlarda yürütülmüştür.
Songur
,Haluk,Saygın ,Tuba,2014,Şifahaneden Hastaneye ,Süleyman
Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü DergisiYıl:
2014/1, Sayı:19 ,Isparta
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/215132
Çankırı Cemaleddin Ferruh Darülafiyesi
Çankırı Cemaleddin Ferruh Darülafiyesi; Selçuklu emirlerinden Atabey Cemaleddin Ferruh tarafından 7 Ekim 1235 tarihinde Çankırı’da inşa edilmiştir.
Çankırı’nın güneyinde yer alan yapı, yüksek kayalık bir tepe üzerinde darüşşifa, darülhadis, türbenin güneyinde mevlevihaneden oluşan yapı topluluğundan günümüze sadece, türbe ve darülhadis bulunmaktadır.
Darülafiye‘nin, 2011 yılındaki kazılarda sadece temelleri bulunmuş olan yapının; 1940’lı yıllarda Ord. Prof. Dr Süheyl Ünver‘in tanınamayacak kadar harap olan ve odaları birbirine girmiş ve bozulmuş olarak tespit etmiştir. Hastanenin 1900’lü yıllarda altı odasının duvarları mevcut olduğu tahmin edilmektedir. Günümüzde altı odanın olduğu yerde tekkenin yıkılan şeyh dairesinin bir kısmı ahşap olarak yaptırılmıştır.
Darülafiye (Darüşşifa); hangi tarihe kadar hizmet verdiği hakkında tarihi kaynak ve arşivlerde şimdiye kadar bir bilgiye rastlanmamıştır. Darüşşifa ve darülhadis, tekke ve zaviyeler kapatılıncaya kadar Çankırı Mevlevihanesi olarak kullanılmıştır. Mevlevihane kapandıktan sonra bina bir süre cephanelik ve depo olarak kullanılmış, daha sonra bakımsızlıktan harap olmuştur.
https://hipokratist.com/cankiri-cemaleddin-ferruh-darulafiyesi/
Kastamonu Yılanlı Darüşşifası
Kastamonu Yılanlı Darüşşifası; Selçuklu devleti vezirlerinden Muineddin Süleyman Pervane‘nin oğlu Mühezzibüddin Ali‘nin emri ile Pervaneoğulları Beyliği’nin baş mimarı Küherbaş‘ın gözetiminde mimar Kayserili Said tarafından 1272 yılında Kastamonu‘da inşa edilmiştir.
Anadolu Selçuklu döneminin eserlerinden biri olan Yılanlı Darüşşifası; günümüze sadece girişindeki ihtişamlı Taç kapı kemeri kalıntısı ulaşabilmiştir. Selçuklu geleneğinin tüm özelliklerini taşıdığı anlaşılan darüşşifa; 1850’li yıllarda çıkan bir yangınla ön cephe ile yan duvarlarının bir kısmı kalmıştır.
Yangın izlerini günümüzde halen üzerinde taşıyan ön cephede yer alan giriş kısmı; dört metre yükseklik ve iki buçuk metre genişliğinde bir taş duvardan oluşmaktadır. Duvarlar bir metre eninde her iki tarafta birer hücre bulunmakta olup; kapının çevresindeki kabartma nakışlar, geometrik sırçalı süslemeler, Anadolu Selçuklu döneminin özelliğine sahip olduğu anlaşılmaktadır.
https://hipokratist.com/kastamonu-yilanli-darussifasi/
Edirne Darüşşifasında mekân formu ile müzikoterapi bağlantısı
Mimar Hayreddin’in tasarladığı bilinen Edirne II. Beyazıt Şifahanesinin tasarımına baktığımızda, müziğin armonik değerlerini yapının biçiminde ve nispetlerinde kolaylıkla görebiliriz. Altıgen plan üzerinde merkezî kubbeyi çevreleyen kubbeli hücre dizilimi, merkezî yıldız etrafında seyreden gezegenlere benzer bir hiyerarşi sergilemektedir. Osmanlı cami mimarisinde gördüğümüz küresel elamanlarla merkezî kubbeye kademeli geçiş formları; bu kozmik dizilimi, hem biçimsel hem de armonik yapı itibariyle yapının hem iç mekânından hem de dış cephelerinden hatırlatır. Platon’un söz ettiği “kürelerin müziği” kavramını, yapının armonik ölçülerle yükselişinde ve cephelerdeki altın orana uygun ölçülerinde görebiliriz. Nitekim Enver Şengül Edirne Darüşşifası üzerine çalıştığı tezinde, mimaride antik dönemden beri kullanılagelen altın oran ölçülerinin bu binanın ana kütle ölçülerinde ve pencerelerinde kullanılmış olduğunu tespit etmektedir. Bu nedenle estetik yapısı, tedavi edici etkisi ile birleşerek huzur verici anlamına gelen “Hürrem bina” adıyla nitelendirildiğinden de bahsetmektedir. Darüşşifayı gezenlerin binadan mimari olarak çok etkilenmelerinin nedenlerinden birinin de bu olduğunu belirtmektedir . Yani yapı yalnızca müzik icra edilen, bu müziği doğru bir akustikle hasta hücrelerine ulaştıran özellikte olmayıp, aynı zamanda kendisi de armonik değerleri barındıran bir tasarımdır. Fatih Devri ve Klasik Dönem Osmanlı mimarisinin birçok yapısını incelediğimizde, tabiattan alınan ve Fibonacci dizinini kapsayan bu oran sistemini görmek mümkündür.
Alâeddin Darüşşifası ve Sakahane Mescidi
Günümüzde mescidi dışındaki bölümleri mevcut olmayan Konya Alâeddin Darüşşifası, Alâeddin Tepesi’nin kuzeyinde, Ferhuniye Mahallesi ile Sakahane Mahallesi’nin kesiştiği noktada idi. Günümüzde Şehir Meydanı içerisinde kalan bu yere Alâeddin Darüşşifası’ndan dolayı Sakahane (Şifâhâne) Mahallesi deniliyordu. Alâeddin Darüşşifası, Selçuklu ve Osmanlı devrinde bir çok bölümü içeren sağlık kuruluşu olarak kullanılmıştır.
Konya Alâeddin Darüşşifası’nın bitişiğinde II. Kılıçarslan (ö. 1292)’ın hayrı olarak bilinen Büyük Bimarhane/Maristan-ı Âtik adı ile anılan ikinci bir sağlık kuruluşu daha vardı ki bu, Konya’nın bîmarhânesi/tımarhanesi idi. Osmanlı döneminde her ikisi de hizmet veriyordu.
Vakfiyesi şimdilik tesbit edilemeyen Konya Alâeddin Darüşşifası’nın Türkiye Selçukluları sultanlarından 1. Alâeddin Keykubat (1220-1237) tarafından yaptırıldığı, Selçuklu belgelerinde ise, “Alâeddin Dârü’ş-şifâsı” denmesinden anlaşılmaktadır. Kitabesine göre, inşâ tarihi 1221’dir.
https://www.pusulahaber.com.tr/tarihi-mabedlerimiz-11-4925yy.htm
Gevrekzade Hasan Efendi
Geleneksel
Osmanlı hekimliğinin son temsilcisi kabul edilen Gevrekzade Hasan
Efendi’nin “Er Risaletü’l- Musikiye Mine’d-devai’r-rühaniyye”
adlı eseri, müzikle tedavi konusunda bağımsız olarak
yayınlanmış tek eserdir. Gevrekzade Hasan
Efendi, ünlü risalesinde, müziğin menşei,
müzikle tedavinin
hususiyetleri, müzikle tedavide hekimin özelliği,
makamlar, terkipler, makamların tedavi ettiği hastalıklar,
makamların ten, milliyet, meslek ve vakitle olan ilişkilerine
ayrıntılı olarak değinilmiştir .
Gevrekzade Hasan Efendi risalesinde makamların ve usullerin ayrıntılı bir tanımını yaptıktan sonra, makamların tedavi ettiği hastalıklarla ilgili bilgiler de verir. Gevrekzade makamlarla, burçların ilişkisini ve hangi hastalıklara iyi geldiğini şu şekilde açıklamıştır. Buna göre;
Rehavi makamı:
Tüm baş ağrılarına, burun kanamasına ve felce iyi gelir.
Rast;
hamel (koç): Tabiatı ateşlidir. Felce iyi gelir.
Irak;
sevr (boğa): Tabiatı topraktır. Ateşli hastalıklara, çocukların
sersam (menenjit), hafakana (çarpıntı) iyi gelir.
İsfahan;
cevza (ikizler): Tabiatı havadır. Barid (soğukluk), düşünme
ve hatırlama gücünü arttırır.
Zirefgent; seretan
(yengeç): Tabiatı sudur. Ağız felci, inme sırt ve
kulunç ağrılarını iyileştirir. Büzürg; esed (aslan):
Tabiatı ateştir. Zihni berraklaştırır, zihni toparlar, kara
sevdaya, beyin ve kulunç ağrıları ile korkuya
iyi gelmekteydi.
Zengule; sünbüle (başak): Tabiatı
topraktır. Kalbe ferahlık ve huzur verir.
Rehavi; mizan
(terazi): Tabiatı ateştir. Her türlü baş ağrısına iyi
gelir, hafakanı (çarpıntı) engeller, burun kanaması ve felce
iyidir.
Hüseyni; (akrep): Tabiatı sudur. Kalp ve ciğer
iltihaplarında ve mide rahatsızlıklarında kullanılır.
Hicaz;
kavs (yay): Tabiatı ateştir. Hicaz Makamı, İdrar zorluğunu
giderir, Buselik; cedy
(oğlak): Tabiatı topraktır. Kulunç ve kalça kemiği
ağrısını dindirir, kan hastalıklarına faydalıdır.
Neva:
delv (kova): Tabiatı havadır. Siyatik ve kalça kemiği ağrılarına
iyi gelir, insanı bozuk düşünceden uzaklaştırır.
Uşşak;
hüt (balık): Tabiatı sudur. Uykusuzluğa iyi gelir, insanı
rahatlatır.
Çok şaşırtıcı olarak, doktor ve müzikolog olan
Gevrekzade makamların ten ilişkilerini şu şekilde
açıklamıştır. Esmer tenliler için uygun makam Irak makamı
ve bu makama tabi olan makamlardır. Buğday tenlilere İsfahan makamı
ve buna tabi olan diğer makamlar uygundur. Sarışınlara Rast
makamı ve buna bağlı olan makamlar etki eder. Beyaz tenlilerin
makamı ise, Küçek ve buna tabi olan makamlardır.
Sefa Bulut,2015,Edirne - II. Bayezid Darüşşifası’nda Akıl Hastalarının Tedavisi ,Türk-İslam Tarihinde Yükseköğretim ,Abant İzzet Baysal Üniversitesi Yayınları
MANİSA HAFSA SULTAN ŞİFAHANESİ
Dârüşşifâ. Kareye yakın bir planda inşa edilmiş olan yapı, tamamıyla moloz ve tuğladan örülen duvarlarının işçiliği ve çift sıra kirpi saçaklı, basık kubbeli örtü sistemiyle erken dönem eserlerine benzemektedir. Üzerinde sülüs hatla yazılmış altı mısralık bir kitâbe bulunan basık kemerli ve tuğla alınlıklı cümle kapısından iki devşirme sütuna oturan üç kubbeli revaka girilir. Revakın karşısına gelen bölüm eyvan şeklinde ele alınmış, toplam on adet olan odaların ikisi revakın yanlarına, diğerleri avlunun doğu ve batı kenarlarına yerleştirilmiştir; köşelerdekiler ötekilerden daha büyüktür. Her odanın tuğladan sivri kemerli bir kapısı ve dışarıya bakan yine tuğla kemerli ve mermer söveli bir penceresi bulunmaktadır. Vakfiyeden dârüşşifâda bir başhekim, bir cerrah, iki göz hekimi, bir akıl hastalıkları uzmanı, iki eczacı, iki eczacı yardımcısı, ikisi gececi olmak üzere dört hastabakıcı, bir idareci, bir kâtip, iki aşçı ve bir çamaşırcının çalıştığı öğrenilmektedir. Halen Sağlık Müzesi olarak kullanılan dârüşşifâ, 1951 yılından beri halka dağıtma şenliklerinin tekrar canlandırıldığı ünlü mesir macunu ile Türk tıp tarihinde özel bir yere sahiptir.
https://islamansiklopedisi.org.tr/hafsa-sultan-kulliyesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder